Uzak– Film Yorumlaması

Nuri Bilge Ceylan’ın hem yönetmenliğini yaptığı hem de senaryosunu yazdığı 2002 yapımı ‘Uzak’, Cannes Film Festivali’nde ödül almış, içerisinde güçlü metaforlar barındıran bir filmdir. Bu yazıda bu filmin içeriğini tartışacağız.

Filmin ilk sahnesinde Yusuf’u karlı bir yoldan geçerek köyünü terk ederken izliyoruz. Memleketteki çalıştığı fabrikanın kapanması üzerine İstanbul’daki akrabası Mahmut’un yanına kalmaya gidiyor ve o süreçte de gemicilik işi bulmaya çalışıyor. Fakat ilk gittiğinde Mahmut’u evde bulamıyor ve bir süre apartmanın içinde beklemek zorunda kalıyor. Mahmut eve geldiğinde Yusuf’u görüyor ve onun geleceğini unuttuğunu söylüyor. Burada gerçekten unuttu mu yoksa öylesine mi söyledi bilemiyoruz, ama iki türlü de Yusuf’un misafirliğini gönülsüzce kabul etmiş olduğunu anlayabiliriz çünkü hoşnut olmadığımız şeyleri unutmaya meyilliyizdir.

Mahmut karakterini film boyunca yalnızlığı ile iç içe bir şekilde izliyoruz. Annesi ile iletişimde olmaktan kaçınıyor, onun telefonlarına cevap vermiyor, evine gelen kadınla bir kelime bile etmiyor, hatta bir insanı geçelim evde kendisinden başka hiçbir canlıya tahammülü yok, fareye bile. Diyaloglardan anladığımız kadarıyla kendisi de genç yaşta memleketten İstanbul’a gelmiş, sinema konusunda büyük idealleri varken dairesinde yalnız yaşayan ve seramik fotoğrafları çeken, yolda gördüğü ve çok beğendiği bir manzarayı bile inip çekmeye üşenen bir adama dönüşmüş. Memleketinden yalnızca fiziksel olarak uzaklaşmamış, aynı zamanda yaşam biçiminden konuşma tarzına kadar da değişim geçirmeye çabalamış. Yusuf karakteri ise ona hiç benzemeyen bir karakter. Mahmut ne kadar yalnız kalmak istiyorsa, Yusuf da bir o kadar yalnız kalmak istemiyor. Mahmut’un evinden sürekli memlekete telefon açıyor, Mahmut’la zaman geçirmeye sohbet etmeye çalışıyor, dışarı iş bulmak için her çıktığında bir kadınla yakınlaşmaya çalışıyor. Yusuf’u taşradan yeni gelmiş, neyi nasıl yapacağını pek bilmeyen saf bir karakter olarak izliyoruz. Filmin geri kalan kısmında ise aralarındaki bu farkın ve kendini ara ara ele veren benzerliğin soğuk çekişmesini görüyoruz.

Yusuf eve ilk geldiğinde Mahmut onu mutfaktaki fare bandı konusunda uyarıyor ve hangi tuvaleti kullanması gerektiğini söylüyor. Yusuf eve gelir gelmez Mahmut’un kurallarıyla tanışıyor aslında. Bu kurallar aynı zamanda Mahmut’un çizdiği sınırları da temsil ediyor. Yalnız hayatına ve kendi düzenine dahil olan bu istenmeyen misafiri kuralların ve sınırların içinde tutmak, erkenden de göndermek istiyor. Yusuf’un bu süreci uzattıkça uzatması da bu kuralları çiğnemesi de o yüzden birbirine paralel gidiyor. Fare ile Yusuf aslında Mahmut’un hayatında çok benzer bir yerde duruyor. İkisi de onun bölgesinde istemediği halde bulunan, onun huzurunu kaçıran ve tiksindiği misafirler. Mahmut’un Yusuf’tan tiksindiğini onun ayakkabılarına koku gidericiler sıkmasından, içtiği sigaranın kokusundan tiksinmesinden anlayabiliyoruz. Tiksintiyi ayrışmaya dair bir işaret olarak alınca aslında bu tiksintinin Mahmut’un Yusuf’tan ayrışma, ona mesafelenme, ondan ne kadar farklı olduğunu kendine hatırlatma çabası olduğunu düşünebiliriz. Bu ikili bazı sahnelerde muhabbet ediyor gibi görünse de aslında aralarında bir diyalog yok. Mahmut’un Yusuf’un iş bulma süreci ile ilgili sorduğu sorular onunla alakadar olmaktan ziyade, ne zaman gideceğini öğrenmeye yönelik aslında. Kendi hayatlarına ve duygularına dair bir şey paylaşmıyorlar, hatta ortak bir şeyler bile yapmıyorlar. Televizyon izleme sahnesinde bile Mahmut her zamanki tekli koltuğunda kendi istediği şeyi yine evde tek başınaymış gibi izlerken, Yusuf bir sandalye çekip bir köşeye ilişiyor. Aralarındaki tek gerçek diyalog iplerin koptuğu tartışma sahnesinde yaşanıyor diyebiliriz.

Mahmut’un Yusuf’tan bu kadar rahatsız olması ve tiksinmesi aslında onda kendine dair gördüğü şeylerden diye yorumlayabiliriz. Bir insanda en çok kızdığımız şeyler, genelde kendimizde en çok kızdığımız şeyleri hatırlattığı içindir. Mahmut da seneler evvel taşralı bir genç olarak şehre göç etmiş ve zaman içinde hayatını kurmuş biri. Yusuf’u “Hiçbir şey bilmeden buralara geliyorsunuz” diye eleştirirken aslında zamanında kendisi de aynı şeyi yapmış oluyor. Bu ikili arasındaki diğer bir benzerlik olarak yorumlayabileceğimiz şey ise kadınlarla olan ilişkilerinde konuşmanın eksikliği. Mahmut’un annesiyle ve evine gelen kadınla olan iletişim eksikliği gibi, Yusuf da apartmanda gördüğü kadınla veya yolda gördüğü bir kadınla bir türlü konuşamayıp sadece uzaktan izlemekle kalıyor. Otobüs yolculuğunda bir kadına bacağını değdiriyor, dil ile sembolik düzen çerçevesinde iletişim kurmaktan ziyade daha ilkel bir şekilde bedeniyle harekete geçiyor.

Filmdeki bir diğer metafor da kapılar. Kapılar aslında kişiler arasındaki sınırları da sembolize eden bir şey. Mahmut sık sık Yusuf’tan kapıyı kapatmasını istiyor veya onun arkasından kapıyı kendisi kapatıyor. Bunları Mahmut’un Yusuf’la arasına sınır çekme isteği olarak yorumlayabiliriz. Yusuf’un sürekli kapıları açık bırakmasını da Mahmut’la iletişim kurma çabası olarak düşünebiliriz. Fakat telefonda başkalarıyla konuştukları esnada, her ikisi de kapının arkasından birbirini dinliyor, yani o sınırları görmezden gelen Yusuf da, sınırları kendisi çizen Mahmut da sınırları ihlal ediyor aslında. Hatta Mahmut Yusuf’un telefon konuşmasını kapı arkasından dinlediği sırada yakalanmamak için aceleyle mutfağa daldığında Yusuf’u uyardığı fare bandına kendisi yapışıyor. Yusuf ile farenin Mahmut için benzerliğinden bahsetmişken, bu sahnenin de Mahmut’un çizdiği sınırları kendisi ihlal etmesi üzerine yaşanması da insanların kendi uyardıkları ve kaçındıkları şeylerin nasıl da içine düşüverdiklerini anlatıyor gibi. Kendi alanımıza saygı duyulmasını isterken nasıl da iş başkasının alanına gelince sınırları esnettiğimizi, başkalarında ayıpladığımız şeyleri nasıl da kendi içimizde barındırdığımızı anlatıyor.

Film boyunca aralarında soğuk ve diyalogsuz bir ilişki olan ikili, Yusuf’un evin kurallarını ihlal edip yakalanmasıyla patlak veren bir noktada ipleri koparıyor. Mahmut evde yokken salonda sigara içip Mahmut’un kişisel eşyalarını kullanan Yusuf eve geldiğinde Mahmut’tan bu konuda azar yiyor. Birlikte yaptıkları belki de tek ortak aktivite olan sigara içmeyi “Ben sigarayı bıraktım bundan sonra mutfakta da sigara içmek yok” diye yasaklayarak aslında aralarındaki ilişkiyi kesmeye çalışıyor Mahmut. Buradaki sigara yasağı önemli bir metafor, çünkü filmin sonuyla güzelce bağlanıyor. Bu sahnenin devamında ise sessizliğin içinden sürünerek çıkan oyuncak askeri görüyoruz. Bu sahne aslında gerilimli bir sahne, çünkü o anda o evde görmeyi beklemediğimiz bir şey. Askerin hemen arkasından görünen Yusuf Mahmut’a tekinsiz bir gülüş attıktan sonra oyuncağı yeğeni için aldığını söylüyor. Mahmut bu esnada yeniden ama bu kez öfkeli bir şekilde onun ne zaman iş bulacağını soruyor ama Yusuf yine geçiştirir bir cevap verirken elindeki oyuncak askeri tüfek Mahmut’u gösterecek şekilde tutuyor. Bu sahnede ilk kez Yusuf’u Mahmut’a karşı tehditkar bir pozisyonda izliyoruz. Mahmut’un kendisini azarlayışını oralı değilmiş gibi dinleyip bıyık altından küfür etse de, konuşmanın sonunda ilk defa kendi ayakkabılarını ayakkabılığa kaldırarak aslında onun otoritesini bir nebze tanıdığını gösteriyor.

Mutfaktaki fare yakalandıktan sonra da Mahmut onu canlı canlı atmayı önerirken, Yusuf fare ile kurduğu özdeşimden dolayı canlı atmaya kıyamıyor ve öldürüp atıyor. Sonrasında da kendisi de nereye gittiğini bilmediğimiz bir şekilde evden gidiyor. Tıpkı o fare gibi istenmeyen misafir olan Yusuf, yine o fare ile aynı zamanlarda evden ayrılmış oluyor. Filmin son sahnesinde Mahmut’un Yusuf’un evde unuttuğu sigara paketini bulup, sahilde bir bankta bu sigaradan içerek denizi seyrettiğini görüyoruz. İletişimlerini sigara yasağı üzerinden kesen Mahmut, bu sahnede Yusuf’un kendisine hatırlattığı ve bunca zamandır görmezden geldiği kendi geçmişiyle ve öfkesiyle yüzleşmiş, Yusuf ile aslında birbirlerine o kadar da ‘uzak’ olmadıklarını kabullenmiş oluyor.

Uzm. Psikolog Damla DELİBAY