İki Çocuk Bir Adam

İKİ ÇOCUK BİR ADAM

Fotoğrafta vapurun iskeleye yanaşması esnasında yolcu salonundan bir  kareyi görüyoruz. Fotoğrafçı Özlem Gürsoy burada  geniş açı   bir  lens  ve  açık bir  diyafram kullanmış. Camın ardındaki aydınlığa  tezat olarak içerisi karanlık ve  az  ışık alıyor.  Yanaşan  vapura  merakla  bakan  iki çocuk  arkadaki  bekleyen  adam ile  bir  denge  oluşturuyor. Aslında fotoğraf  karesi sıkışık ve  çok dar.  Belki de  fotoğrafçı da  vapuru bekleyen yolcular  arasında.  Kadrajın içinde arka  planda  bekleyen bir  adam, duvarları eskimiş muhtemelen eski bir  iskele salonu, iki meraklı çocuk ve  dışarıda  yanaşan bir  vapur  görüyoruz. Pencereden içeriye  giren ışık yumuşak ve içerideki duyguları bize aktarıyor. Ayakta ki adamın yüzündeki ifade  kızgınlıkla  yorgunluk arasında iken, çocukların sırtları  fotoğrafçıya dönükte  olsa, eğlendiklerini meraklı  beden duruşlarından görebiliyoruz. Sanki kasvete  ve umutsuzluğa  sırtlarını dönüp ışığa  umuda  yönelmişler gibi. Hayatın kendisi gibi. Çocuklar  için  eski duvarlar, sokaklar, evler ve eşyalar  önemli değildir.  Her şeyde  gülecek keyif  alacak bir  şeyler  bulurlar. Bu yüzden bütün savaşların ve  felaketlerin  ardından çocuklar ve  kadınlar dünyayı yeniden düzenler  ve ayağa  kaldırır. Erkekler  daha  çok kavgacı ve  savaşçı kimliği ile yıkımlara  sebep olurken, geride  kalan her  türlü yokluk ve zorluğu çocuklar  ve kadınlar  üstlenir.

Bu fotoğraf  bana  Hinduizmin en büyük tanrısı Şiva yı çağrıştırdı .ŞivaHinduizm‘in tanrılar hiyerarşisinde en büyük tanrılardan biri. Milyonlarca insan tarafından en büyük tanrı olarak kabul ediliyor. Neyi temsil ediyor diye sorarsanız, en basit şekliyle “yokoluş-varoluş çemberi”ni diyebiliriz. Tanrı Şiva‘nın dans eden figürü, Hinduizm’de “Nataraja” (Dans tanrısı) adıyla biliniyor. Ve Nataraja’nın iki türlü dansı var. Biri maskulen, öbürü feminen. Maskulen dansın adı Tandava olarak biliniyor, yokoluşu sembolize ediyor. Feminen dansın adı ise Lasya, o da varetmeyi sembolize ediyor. Yokoluş ve sonrasında varoluş ve tam tersi, bir döngü halinde.Özlemin fotoğrafında sanki bu var. Yok oluş ve  varoluş bir  arada. Bu kadar  karanlık içinde yinede adamın gömleğinde ki pembe insanlığın vazgeçmediği umut gibi az ama güçlü.

Gılcan Mete  yorumu


Merak ve heyecan çocukluğun en güzel nimetleridir. Çocukken her şey görkemli, karmaşık ve gizemli gelir. İskeleye yanaşan bir vapurun ihtişamı büyüler bir çocuğu. Vapurun nasıl yapıldığı, nasıl çalıştığı, nereden geldiği, içinde nasıl insanların olduğu merak uyandırır ve bulduğu küçük bir pencereden tüm dikkatiyle izler. Büyüdükçe insan kendi merakına mesafelenir. Bir vapurun nasıl çalıştığı veya kimleri taşıdığı önemli değildir artık, yalnızca vapurun kaç dakika geciktiğini, gideceği yere yetişip yetişemeyeceğini düşünür. Gözlemlemek ve heyecanlanmak yerini yavaş yavaş bıkkınlığa ve otomatik yaşamaya bırakır. Neyi aradığını bilmeden aramak, neden beklediğini bilmeden beklemeye dönüşür. Bu dönüşüm insanı donuklaştırır. Tıpkı insan kemiklerinin bebeklikte en esnek halinde olup zamanla katılaşması ve kırılganlaşması gibi, duygu ve düşünceler de zamanla katılaşır ve kırılganlaşır. İnsan merakını kaybettiğinde yüzüne vuran ışık azalır, heyecanla uzanan ve keşfeden eller ceplerde kaybolur.

Damla  Delibay yorumu